Rahmetli Hayali Tacettin Diker’e Saygıyla…
Beyaz perdenin arkasından verilen ışığın etkisi ile silueti yansıyan tasvirlerin hayat bulması, bu perdenin önüde toplanan kalabalıkları kendine çekti yüzyıllardır. Bu kalabalık bazen çocuk oldu, bazen yetişkin, bazen kahkalarla güldü, bazen hüzünlendi. Tasvirler de öyle… Sinema ve televizyonun olmadığı dönemlerde halkın iple çektiği Karagöz gölge oyunu yeri geldi dönemin siyasi hayatını hicvetti, muhalif oldu, yeri geldi toplumdaki güncel olayları halka aktardı. Halkın içinden ve her kesimden gelen karakterleri, gene aynı özelliklere sahip geniş bir kitleyi o beyaz perdenin önüne mıhladı adeta.
Karagöz ve Hacıvat karakterlerinin gerçekte yaşayıp yaşamadığı, yaşadıysa da ne zaman, nerede nasıl yaşadığı mechuldür. Ancak günümüzde en çok rağbet gören Bursa efsanesidir. Orhan Gazi devrinde (1324-1362) Ulucaminin inşaatında çalışan iki inşaat ustası vardır: demirci ustası Kambur Bali Çelebi (Karagöz) ve duvarcı ustası Halil Hacı İvaz (Hacıvat). Sürekli birbirleri ile nükteli konuşmalar yapan bu ikili kısa sürede diğer işcilerin de ilgi odağı olur. Herkes bu ikilinin etrafında toplanıp kahkalar ile konuşmaları izlerler. Dolayısı işler güçler aksamaya başlar, inşaat yavaşlar. Orhan Gazi’nin “cami vaktinde bitmezse kelleni alırım” dediği cami mimarı Karagöz ve Hacıvat’ı şikayet eder. Orhan Gazi ikisinin de idam fermanını imzalar. Ardından Orhan Gazi pişman olur, Şeyh Küşteri padişahı teselli etmek için beyaz sarığını açar ve gerer, arkasına bir ışık yakar. Ayağından çıkardığı çarıklarıyla Karagöz ve Hacıvat’ın tasvirlerini canlandırıp, nükteli konuşmalar yaparak bu ikiliyi canlandırmaya başlar.
Gölge oyununun başlangıcı ile ilgili değişik rivayetlerden bahsedilebilir. Rivayete göre Çin Hükümdaru Wu (M.Ö. 140-87) karısının ölümünden sonra büyük bir üzüntüye kapılır. Şav Wong isimli bir Çinli, hükümdarının üzüntüsünü hafifletebilmek amacıyla saray odalarından birine gerdiği beyaz bir perdenin arkasına geçirdiği bir kadının gölgesini hükümdarının ölen karısı diye sunar. Bir başka rivayete göre de bu oyun Hint’den çıkmış, 4. ve 5. yüzyıldan sonra Java üzerinden Batı’ya yayılmıştır.
Yaklaşık 4000 yıl önce Anadolu toprakları üzerinde yaşamış olan Hitit’lerin gün ışığına çıkarılmış olan tabletlerinde tanrı ya da insan figürlerinin duruşları, serpuşları, ucu kıvrık ayakkabıları ve kısa paçalı şalvarları Karagöz ve Hacıvat figürleri ile hemen hemen aynıdır. Arkeolog Gülşen Diktürk’ün Türk Folklor Araştırmaları dergisinin Mayıs 1970 tarihli 250. sayısında yazdığı bir makaleye göre gerek Hitit kabartmalarında olsun, gerek Karagöz Hacıvat tasvirlerinde olsun perspektif yoktur. Tasavvura göre tasvir edildikleri için gövdeler cepheden, baş, kollar, bacaklar ve ayaklar yandan tasvir edilmişlerdir. Kol ve ellerin meşguliyeti ise tamamen birbirine benzer. Hitit tasvirlerinde arkadaki el daima çene altında yumruk şeklindedir. Bu Hititlerde tapınma şeklidir. Diğer el ise hareketli, iş görür durumda olup dirsekten kıvrıktır. Karagöz ve Hacıvat’ın kol ve el durumları incelendiğinde bu kaçınılmaz benzerlik ortaya çıkıyor. Bu da bize Karagöz-Hacıvat ve Hitit eserlerinin aynı düşünce ve kültüre sahip insanlar tarafından yaratılmış olabileceğini düşündürüyor.
Oyunun baş karakterleri Karagöz ve Hacıvat’dır.Karagöz okumamış bir halk adamıdır, kaba sabadır, lafını esirgemez ama içi dışı da birdir. Hacıvat medrese eğitimi görmüş, her konuda bilgi sahibi bir kişidir. Karagöz’e ders verir gibi uslubu ile konusur genelde. Karagöz’de bu ukalalığa yakın tavırdan pek haz etmez, Hacıvat’ın kullandığı yabancı kelimeler ve dil kurallarına başka anlamlar yükler. Bir bakıma Hacıvat’ın derdini anlatamaması ile eğlenir. Bu durumdan en çok seyirci eğlenir aslında. Oyunda bu iki ana karakterin dışında yardımcı karakterler de vardır ki bunlar özellikle dönemin Osmanlı toplumunun çok sesliliğini yansıtır. İstanbul ağzı ile konuşanlar, Anadolu’dan gelenler, uzak diyarlardan gelenler, zenneler, gayrimüslimler, kabadayılar, sarhoşlar ve daha niceleri oyunun yardımcı karakterleridir. Karagöz oyunundaki karakterler genellikle mahallenin insanlarıdır. Karakterlerin bir bölümü Anadolu’nun çeşitli yörelerinden İstanbul’a para kazanmak için gelen meslek sahibi kişilerdir. Genellikle yöresel giysiler içinde kendi lehçeleri ile konuştukları için, karşılıklı yanlış anlamalara dayalı diyologlar seyirciyi kendisine çeker. Karagöz ve Hacıvat’ ekseninde gelişen oyunun diğer karakterleri; zenneler, çelebi, tiryaki, laz, rumelili, egeli, kayserili, kürt, muhacir, arnavut, arap, akarap, acem, çerkez, rum, frenk, ermeni, yahudi, kekeme, deli, sağır, tuzsuz deli bekir, efe, sarhoş, külhanbeyi, çengi, kantocu, hokkabaz, çalgıcı, büyücü gibi tiplemelerdir.
Hacivat’ın semai söyleyerek perdeye geldiği, perde gazelini okuduktan sonra Karagöz’ü çağırdığı ve Karagözle Hacivat’ın kavga ettikleri giriş bölümüne mukaddime denir. Bu bölümde Hacivat’ın söylediği perde gazelinde oyunun bir öğrenme aracı ve gerçeklerin göstergesi olduğu belirtilerek felsefi tasavvufi anlamı vurgulanır.
Muhavere bölümünde, bu oyunun baş kişileri olan Karagöz ve Hacivat arasında geçen salt söze dayanan olaylar dizisinden sıyrılmış somutlaştırılmış ikili konuşma yer alır. Muhavere tekerleme biçiminde de olabilir. Bu bölümde Karagöz ve Hacivat’ın kişilik özellikleri ve yaratılış açısından birbirlerine karşıt özellikleri vurgulanır. Muhavereler oyunla ilgili olabildiği gibi, ilgisiz de olabilir. Bunun yanısıra çifte Karagözlü muhavere, gelgeç muhaveresi ve ara muhavere çeşitleri de vardır. Asıl hikayenin anlatıldığı, diğer tiplerin perdeye geldiği bölüme fasıl adı verilir. Oyun buradaki konuya göre isim alır. Fasılın sonunda oyuncular bir biçimde perdeden ayrılır. Hacivat ve Karagöz kalır.
Oyunun sonunun haber verildiği Karagözle Hacivat arasında geçen bitiş bölümünde seyirciden yapılanhatalar için özür dilenip bir sonraki oyunun duyurusu yapılır ve oyun sona erer.
Karagöz iyisi, kötüsü, yalancısı, dürüstü, safı, uyanığı, ahlaklısı, terbiyesizi, zengini, fakiri ile günlük hayatımızdaki pek çok tipi perdeye yansıtır. Ancak bu kadar çok karaktere tek bir kişi hayat verir. Hayali tabir edilen karagöz oynatıcısı aslında oyunun tek aktörüdür. Onlarca tasvire can verir, herbirini perde onunde oynatırken aynı zamanda onların sesi olur. Ancak bu ses tek tınıda çıkmaz, karagöz karakterleri çeşitliliği kadar zengin olmak zorundadır bu ses. Hayali her şeyden önce temiz akıcı bir İstanbul Türkçesi ile konuşur olmalıdır ki Hacıvat olabilsin, kaba saba olmaldır ki Karagöz olabilsin, yeri geldiğinde kadın, yeri geldiğinde kedi- köpek , yeri geldiğinde laz, çerkez, arnavut, rum, ermeni, frenk vs. olabilmelidir. Tiyatroda kullanılan ses tekniklerini kullanabilmelidir. Tuluat denilen doğaçlama tekniğine hakim ve belki de en önemlisi espri yeteneğine sahip olmalıdır. İyi bir tiyatrocu olmasının yanında oyun içindeki şarkıları gazelleri okuyabilecek yetenekte bir müzisyendir. Aynı zamanda edebiyatcıdır, oyunları yazar. Sanatkardır, tasvirleri yapar.
Hayalilik gerçekten zor iştir. Belki de bu sebeple günümüzde bu mesleği icra edenler oldukça azalmış durumdadır. Hayali ustasının yardımcısı “yardak” oyun tasvirlerini sırası geldikçe ustasına verir ve alır oyun boyunca. Oyunun akışına göre def çalarak müziğe eşlik eder, efektleri yapar, şarkıları türküleri de okur eğer ustası uygun bulursa. Bu sırada bu işi ustasından öğrenir ve hayali olmanın hayalini kurar bir yandan. “Hayali” olmak usta çırak ilişkisine dayalıdır. Ustasının yanında yıllarca yardaklık yapan ve karagözü ustaca oynatabilecek kıvama gelmiş kişi ustası uygun görürse “hayali” sıfatını alır, gelenek böyledir.
Tasvirlerin yapımı da bu mesleğin önemli bir parçasıdır. Karagöz yapımında çiğ deri tabir edilen şeffaf halde tabaklanmış sığır, dana ve deve derisi kullanılır. Özel işlemden geçirilen bu deri üzerine tasvirler çizilerek, daha sonra kesilir, boyanır ve dikilir, sopa delikleri açılır. Sopalar genelde gürgen ağacından yapılma 50-60 cm boyundadır.
Hem yazılı metne dayalı hem de doğaçlama unsurları taşıyan bu özgün gösteri özellikle son yüzyılda yeni oyunların yazılmaması ve gündeme uzak kalması dolayısı ile ilgisizlikten nasibini almış durumda. Günümüzde bu geleneği devam ettirmeye çalışan hayali ustaları Karagöz’ün sadece ramazan turist eğlencesi olmasından şikayetçi. Geleneklerimize yabancıların daha çok ilgi göstermeleri haklı olarak bu işe gönül vermiş ustaların keyfini kaçırıyor. Belki de Hacıvat’ın söylediği final sözü gibi birilerini haberdar etmek istiyorlar. “Yıktın perdeyi eyledin viran, varayım sahibine haber vereyim heman”
Karagöz ve Hayali by Ufuk Sarisen