Aşkı Fotoğraflamak Mümkün mü?
Atlas Dergisi’nin Şubat sayısında bu sefer gezi belgeselci değil de düğün fotoğrafçılığı kimliğime daha yakın bir konuda fotoğraflarım yayınlandı. Konuyu yazan Oktar Güloglu, Aşka nörobiyoloji çerçevesinde yaklaşmış. Yazının tamamına derginin akıllı telefon ve tablet uygulamasından da ulaşabilirsiniz.
Fotoğraflar Zagreb, Roma, Kapadokya ve Ölüdeniz ‘de çektiğim 5 fotoğraftan oluşmakta.
İlk fotoğrafta Zagreb’de katedralin önünde buluşan bir çiftin ateşli öpüşmesini görüyoruz.
İkinci fotoğrafta bir sokak ressamı kaldırıma sevgiliyi resmediyor, yer Roma ve o gece yağan yağmur ile bu resim yok olacak.
Roma da ki Aşk Çeşmesi aslında bizde aşk ile bağdaştırılmış durumda. Çeşmenin evrensel adı Trevi yani üç yol çeşmesi. Buraya çıkan üç yoldan geliyor ismi.
Ölüdeniz de bir İngiliz düğününde çiftin ilk karşılaşma anı.
Kapadokya’da Singapurlu bir çift düğün öncesi fotoğraf çektiriyor.
Nörobiyoloji; Aşkın Şifresi
Kendi varlığından başka her şeyi silen, insanı yoldan yola, hayalden hayale sürükleyen bir duygu… Serotonin hormonu azaldığında, sürekli âşık olunan kişi düşünülüyor, oksitosin artınca da sevdiğimize bağlanıveriyoruz. NGF ise fiziksel şiddetin azalmasına neden oluyor ve Ferhat kas ağrısı duymadan aşkı için dağları delerken, Mecnun acı çekmeden çöllerde gezinebiliyor… Dr. Oktar Güloğlu Atlas okurları için aşkın beyin haritasını dolaştı.
Yazı: M. Oktar Güloğlu
Karşımızdaki kişi “seni seviyorum” dediğinde -eğer biz de aynı duyguları hissediyorsak- büyük bir mutluluk duyarız. Fakat bir yandan da aklımızın bir köşesinde ne kadar samimi olduğu kuşkusu devam eder. Hareketlerinden, sözlerinden ve tavırlarından elde ettiğimiz ufak ipuçlarıyla bu kuşkularımızı gidermeye çalışırız. Tüm bunlardan arınıp mutlu bir ilişki yaşamaya başladığımızda da bu kez bu ilişkinin ne kadar süreceğine ilişkin sorular takılır akılımıza.
Önümüzdeki yıllarda, romantik bir akşam yemeği sırasında söylenen “seni seviyorum” sözlerinin samimiyetini, belki de cep telefonlarımızla anında ölçebileceğiz. Ortamın tüm romantizmini bozacak bir yüzsüzlük örneğiyle, cebimizden çıkartacağımız telefonumuzun kamerasını karşımızdakinin yüzüne tutacak; çalıştıracağımız bir uygulama ile bize gerçekten âşık olup olmadığını öğrenebileceğiz. Hatta belki daha da ileri gidip evlenme teklif edildiğinde telefonumuzda aynı uygulamayı çalıştırıp ilişkimizin uzun ömürlü olup olmayacağını görebileceğiz. Bu teknoloji ileride cep telefonlarımıza girecek kadar küçülür mü, ya da bu ne kadar zamanda olur bilinmez, ama laboratuvar ortamlarında tüm bu soruların cevaplarını şu an rahatlıkla bulabiliyoruz.
Gelişen teknoloji ile birlikte sinirbilim çalışmaları önemli aşamalar kaydetti; yeni araştırma alanları doğdu. Önceden ancak sosyal ve psikolojik çalışmalarla anlamaya çalıştığımız birçok konunun altında yatan biyolojik temelleri de keşfetme şansına sahip olduk. Bunlardan bir tanesi de aşk. Bu gelişmelerle birlikte sadece âşık olduğumuzda beynimizin aktivitesinin nasıl değiştiğini öğrenmekle kalmıyoruz, aynı zamanda farklı sevgi türlerinde beynimizin nasıl farklılıklar gösterdiğini de keşfediyoruz. Artık hemen her hastanede bulunan MRI (manyetik rezonas görüntüleme yöntemi) yani emar cihazlarından özel bir teknikle alınan beyin görüntüleri de bu çalışmalarda bilim insanlarının en büyük yardımcısı.
Uğruna Ferhat’ın dağları deldiği, Mecnun’un çöllere düştüğü, milyonlarca sanat nesnesinin doğmasına neden olan aşk beynimizi nasıl değiştiriyor? Neden farklı bir kişi oluyoruz ve bazen pişman olsak bile, çoğu zaman hiç yapmayacağımız şeyleri neden yapıyoruz? Daha da ötesi; insanlar neden âşık olduğu kişi için öldürebiliyor veya intihar edebiliyor? Sinirbilim çalışmaları sadece bunların sebeplerini ortaya çıkarmakla kalmıyor, belki de ileride hukuk sistemini değiştirebilecek veriler de ortaya koyuyor.
Tüm canlılar gibi biz insanların da iki temel içgüdüsü vardır: Hayatta kalmak ve üremek -yani genlerimizi gelecekteki nesillere aktarmak. Âşık olmak bu iki temel içgüdüyle de yakından ilişkili görünüyor. Karşılıklı âşık olup eş bulduğumuzda, birbirine bağlı en küçük grup birlikteliği olan aileyi oluşturarak hayatta karşılaşılan zorluklarla baş edebilme şansımızı yükseltebiliriz. Aynı zamanda “doğru” genlere sahip eşle yapılacak çocuk, genlerimizin geleceğe “sağlıklı” olarak iletilmesine olanak verir.
Aşkın ilk adımı insanın karşısındakini beğenmesidir. Çoğunlukla karşımızdaki insanın yüz ve vücut özelliklerinin verdiği ipuçlarından yola çıkarak bilinçaltımız uygun bir eş beğenir. Bu uygunluk, aşkın temelini oluşturan hayatta kalma ve genlerini gelecek nesillere sağlıklı olarak aktarma içgüdülerine göre belirlenir. Örneğin kadınların menapoz sonrası doğurganlık özelliklerini yitirmesinden dolayı gençliği simgeleyen daha büyük gözler, daha pürüzsüz bir ten, daha dolgun dudaklar gibi özellikler beynimizde “güzellik kriteri” olarak algılanır. Eş adayımızda çoğunlukla farkında olmadan değerlendirdiğimiz bu gibi ölçütler o kadar evrensel ki, sadece farklı kültürlerde değil, doğuştan gözleri görmeyen -dolayısıyla medyanın veya çevrenin dayattığı güzellik kavramlarından uzak olan- insanlarda bile eş seçimlerinde aynı kriterlerin göz önüne alındığını gösteren veriler bulunuyor.
Bu özelliklere sahip olmayanları rahatlatacak sonuçlar yine geçtiğimiz yıllarda yapılan bilimsel çalışmalarda keşfedildi. Herkesin uyguladığı ve uygulayabileceği günlük ufak makyaj hileleri eş seçiminde beynimizi kandırmak için yeterli. Karşımıdaki kişiyi beğenmeyi tetikleyen faktörler sadece fiziksel özellikler değil, aynı zamanda zekâ, sosyal statü gibi özellikler de belirleyici olabiliyor. İlginç bir şekilde, fiziksel beğenme sırasında beynimizin aktive olan bölümleri ile güzel bir sanat eseri gördüğümüzde, dinlediğimizde, okuduğumuzda veya ahlaki bir davranışla karşılaştığımızda aktive olan bölümleri oldukça fazla benzerlik gösterdiği düşünülüyor. Hatta matematikçiler, beğendikleri bir matematik denklemi gördüklerinde de beyinlerinin gene aynı bölgeleri aktive oluyor.
Aşkı Fotoğraflamak by Ufuk Sarışen