“İstanbul’un en güzel yeri neresi?” sorusunun cevabını bir çırpıda vermek pek kolay değildir. Ünlü eğitmen, fotoğraf sanatçısı Orhan Cem Çetin söyleşilerinden birinde dinleyicilere sorar “dünyanın en güzel fotoğrafı hangisi ?” diye. Katılımcılar tüm birikimlerini kullanarak cevaplar verirler. Kimi Bresson’un, Capa’nın, Salgado’nun kimi de Ara Güler’in fotoğraflarını “en iyi fotoğraf” olarak nitelendirir. Çetin Hoca cebinden cüzdanını çıkarır, cüzdanından da annesinin vesikalık fotoğrafını “İşte” der “benim için dünyanın en güzel fotoğrafı”. Ünlü yazar Ahmet Mithat Efendi’ye de benzer şekilde “Dünya’nın en güzel yeri” sorusu gelir. Cevap “İstanbul, Beykoz, benim yalımın olduğu yer”’dir. Beykoz ilçesi sınırları içinde yaşamayan bir çok insan için de ilçe sınırları içerisindeki herhangi bir yer “dünyanın en güzel” yeri olabilir.
Beykoz, İstanbul Boğazının Anadolu yakasında Karadeniz’e açılan son noktalardan. İstanbul’un en sakin, en dingin köşelerinden biri burası. Denizden bakıldığında sıra sıra uzanan köşkler, yalılar, çınar ağaçları ve korular adeta Osmanlı dönemine yolculuğa çıkarıyor izleyeni. Ancak yolculuk karaya çıktığınızda sonlanıyor, zira modern yapılmış yeni binalar bu eski yapıların ihtişamı ve estetiği ile yer yer çelişiyor. İlçe merkezi Boğaz sahil yolundan dik çıkan yokuşlar ile Beykoz tepelerine doğru uzanıyor, yukarılara çıktıkça manzaranın da heybeti artıyor.
Tarihi Beykoz
Beykoz’un bilinen en eski tarihi M.Ö. 700. yüzyılda Traklar ile başlıyor. Marmara’nın kuzeydoğusundaki bölgeye de ismini veren bu kavimin kralı Amikos, bölgeye ilk olarak kendi ismini vermiş. Beykoz tarih boyunca Pontus Krallığı, Roma, Pers ve Bizans İmparatorluklarının himayesine girmiş. İstanbul’un hemen yanı başında olması ve Karadeniz’e açılan kapının koruyucusu olması pozisyonu ile İstanbul’u fethetmek isteyen tüm güçlerin hedefinde Beykoz bulunmuş. Müslüman Araplar İstanbul fethi için 609 yılında Beykoz’u Persler’den teslim almışlar ancak kısa bir süre sonra çekilip bölgeyi Bizanslılara terk etmişler. 1402 ye kadar Bizans toprakları olarak varlığını sürdüren Beykoz, bu tarihte Yıldırım Beyazıd tarafından fethedilmiş. Diğer bir deyişle İstanbul’un Beykoz ilçesinde Türk egemenliği İstanbul’dan tam 51 yıl önce başlıyor. Osmanlı döneminde Amikos ismi yerini Beykoz’a bırakıyor. Beykoz isminin nereden geldiğine ilişkin olarak da çeşitli söylentiler söz konusu. Bunların içerisinde en bilineni, Beykoz isminin Kocaeli beylerbeylerinin Beykoz’da oturması vesilesi ile üretilen. Rivayete göre Farsçada köy anlamına gelen kos sözcüğünün Türkçe bey sözcüğüne eklenmesi sonucunda ortaya çıkan Beykos sözcüğü kentin adı olarak kalmış. Diğer rivayet ise, Beykoz isminin, Osmanlı döneminde inşa ettirilen On Çeşmeler yanında bulunan büyükçe bir ceviz ağacından kaynaklandığı yönünde. Buna göre söz konusu dönemde koz kelimesi ceviz anlamı taşıyor ve yörede ceviz ağaçlarının çok fazla sayıda bulunması sonucu bölgeye Binkos adı veriliyor. Zamanla da Binkos kelimesi Beykoz’a dönüşüyor. Rivayette adı geçen Onçeşme İstanbul’un mimari ve tarihi değer anlamında en önemlilerinden. Çeşme Beykoz’un tam orta yerinde, şimdiki iskelenin tam karşısında 16. yüzyılda inşa edilmiş. Onçeşme adı 10 adet lüleden akan sudan geliyor. Çeşme günümüzde meydanın yanındaki kahvaltı mekanlarının manzarasını süslemekte.
Beykoz’un Osmanlı İmparatorluğun son dönemlerine kadar saray erkanı için ayrı bir anlamı daha olmuş. Burası padişah ve vezirler için yazlık mekan olarak kullanılmış. Ancak dönemdeki yazlık anlayışı günümüzdekinden farklı olarak avcılık ve hasbahçelerde keyif sürmekten oluşmaktaymış. Bölge ormanlık yapısı ile özellikle “avcı” lakaplı IV. Mehmet’in gözdesiymiş. 3 ay boyunca avdan dönmediği ve devlet işlerini aksattığı yönünde şikayetler ile Beykoz da gündemde kalıp adından söz ettirir olmuş. Ardından Osmanlı’nın ileri gelenleri sahil boyunca yalılar, köşkler yaptırmaya başlamışlar zamanla. Bu yalılardan günümüze kadar ulaşabilenler ve hala kullanılanlar arasında Hekimbaşı, Ahmet Rasim Paşa, Ethem Paşa, Kadri Paşa, Prenses Rukiye, Zarif Mustafa Paşa yalılarını sayabiliriz.
Beykoz İstanbulluların dinlenmek için akın ettiği yerlerin başında geliyor, özellikle hafta sonları. Eskiden padişahların dolaştığı Beykoz çayırı halen o güzelliğini muhafaza etmekte. Özellikle çocukların özgürce koşup oynayabileceği geniş ve düz bir doğal yeşil alan burası. Aynı şekilde Abraham Paşa korusu da tüm İstanbulluların şehrin içinde şehir karmaşasından uzaklaşabildikleri yerlerden. 150 dönümlük alana yayılmış bu koru 19. yüzyılın ava merakı ve Sultan Abdülmecid’e yakınlığı ile tanınan varlıklı şahsiyetlerinden Abraham Paşa tarafından yaptırılmış. Bir ara Vezirlik de yapan Paşa’nın koru içinde yaptırıp Sultan Abdülmecid’e hediye ettiği görkemli saray 1937 de yanmış. Yerine Büyükşehir belediyesinin yaptırdığı tarihi Osmanlı konağı görünümlü yapı koru içerisinde restoran olarak hizmet vermekte.
Dalyanlar
Beykoz, İstanbul’un son dalyanlarına da ev sahipliği yapıyor. Dalyanın çalışma prensibi Boğazın akıntı rejimine çok uygun olduğundan Beykoz açıklarındaki geniş alan dalyancılar tarafından tercih ediliyor. Denizin altına gerilen ve direkler ile sabitlenen ağa akıntının getirdiği balık sürüleri kendiliğinden doluyorlar. Direklerdeki gözcü, balık sürüsünün ağa girdiğini gördüğünde arkadaşlarına haber vererek ağın ağzına set çekilmesini sağlıyor ve balıklar ağın içine hapsoluyor. İskelenin önündeki bu dalyanın bir de adı var: “Kılıç dalyanı”. Zamanında kılıç balığı sürüleri için kurulduğundan bu adı almış, ama şimdi sadece kılıç balığının adı kalmış ne yazık ki, kendinden eser yok.
İstanbul’un en güzel yeri neresi sorusuna “yaşadığım yer“ demek Beykozlular için olası bir durum. Burası hala tarihten gelen cazibe merkezi olma özelliğini koruyor ve şehrin karmaşasında bunalan İstanbulluları kendisine çekmeye devam ediyor. Tarih boyunca Karadeniz’e açılan kapıyı muhafaza görevini üstlenmiş Beykoz bugünlerde İstanbulluların ruhunu dinlendirme görevini başarıyla sürdürüyor.
ÇELEBİ’DEN BEYKOZ TASVİRİ
Büyük gezginimiz Evliya Çelebi, 17. yüzyıl Beykoz’unu kendine özgü üslubuyla bakın nasıl anlatıyor : ” …leb i deryadan bağlar kenarından gitmek üzere Servi Burnu’nun üç bin adım güney tarafında, bir liman-ı azimin kenarındadır. Sekiz yüz haneli, bağ ve bahçeli, mamur bir kasabadır o. Camii, mescidi, hamamı, sübyan mektebi, ağaçlarla müzeyyen çarşı ve pazarı vardır. Çarşı ve pazarı çok bakımlıdır. Halkı bahçıvan, oduncu ve balıkçıdır. Ab-ı havası nefistir Buradan içeriyi Akbaba, Sultan, Ali Bahadır, Dereseki, Alemdağ, Koyun Korusu, Yuşa Nebi mesireleri vardır “
BUNLARI YAPIN:
1.Abraham Korusunda yürüyüş yapın
2.Koru karşısındaki balıkçı barınağı yanında balık ekmek yiyin.
3.Cam ocağında cam üfleme şovunu izleyin
4.Beykoz’un ara sokaklarından tepelere çıkıp manzarayı izleyin
5.Balıkçı barınağından taka kiralayıp, yalıları denizden görün
6.Merkezdeki onçeşmelerde mola verin
7.Beykoz çayırında yalınayak çimenlere basın
CAM OCAĞI
Beykoz’a bağlı Örümce köyündeki Cam Ocağı güzel sanatlar merkezi Beykoz isminin son yıllarda Türkiye sınırları dışında da duyulmasını sağlamış. Eski bir cam fabrikası üzerine kurulu bu tesis, cam işçiliğinin öğretildiği, cam ustaların birbirinden nadide eserler ürettiği bir okul ve aynı zamanda alternatif bir tatil köyü. Dünyanın her yerinden gelen eğitmenler, öğrenciler, misafirler doğa ile baş başa keyifli bir tatil yapabilecekleri bir ortama da kavuşuyorlar Cam Ocağında.
Yazı- Fotoğraflar: Ufuk Sarışen