GİRESUN’UN GÖRÜLESİ YERİ: GÖRELE
Temmuz ayının ortasında Güney ve Ege sahilleri sana kucak açmış beklerken yaz tatilini Karadeniz’de geçirme kararı almak beni oldukça düşündürmüştü. Hem de tek bir Karadeniz kasabasının sınırlarında geçirecektim bu tatili. Ya yağmur yağarsa, ya sis basarsa yaylaları, ya güneş hiç göstermezse yüzünü ne olacaktı? Huzur arayışı, farklı kültürleri anlamak ve doğa keşfi arzusu karşısında deniz, kum, güneş ve eğlence dürtüsü savaş halindeydi iç dünyamda. Böyle kaygılarla kendimi bir sabah Trabzon Havaalanında bulmuştum. 70 kilometrelik mesafeyi yeni sahil yolu ile yarım saatte kat ettikten sonra Giresun ilinin Görele ilçesi karşımdaydı. Bir süre bakıştık karşılıklı deniz ile binaları ikiye ayıran otoyolda kat ettiğim süre boyunca. İlk bakışta diğer Karadeniz sahil yerleşimleri boyunca görülen betonlaşma dikkat çekiciydi. Arkada uzanan sahile dik inen dağlar ve yeşillik ile çok tezat görüntüydü bu yapılar. İçerilere doğru ilerleyip deniz seviyesinden yükseldikçe bu tezatlık yerini sislerin içerisindeki doğal ve tarihi yapılar ile vahşi Karadeniz yeşilliğine bırakacaktı ilerleyen günlerde.
İlçe merkezinde dolaşırken sokakta oynayan çocuklara doğru yaklaştım. “Size sorularım var bakalım doğru cevaplar verebilecek misiniz? Görele ne demek kim biliyor?” İsminin Aytaç olduğunu öğrendiğim küçük arkadaşım başladı anlatmaya. “yıllar önce Giresun Valisi ile Görele kaymakamı çok samimi iki arkadaşmış, sürekli mektuplaşıp birbirlerine ilçelerinin güzelliklerini anlatırlarmış. Yazışmalarında “hele sen buraya bir giresun, çok beğenirsin” diyeninin şehrinin adı Giresun, “sen buraları bir gör-hele, bayılırsın” diyenin kasabasının adı da Görele kalmış”. Çocuklara bu masalı unutmamalarını ama gerçeğin öyle olmadığını anlatmalıydı sanırım. Aslında adını “mercan” anlamına gelen corolla sözcüğünden almış ilçe. Eskiden şimdiki Görele’nin 1 km doğusunda Philokaleia şehri bulunurmuş. Cenevizliler bir sömürge şehri kurmuş ve yapılan kalenin mercan renginden dolayı buraya Gorelle adını vermişler. Osmanlılar zamanında yerinde olmayan şehir anlamında olan Yavebolu adı da kullanılmış bir dönem.
İlçe merkezinin hemen iki sokak arkasına doğru yükselen tepelerin ardındaki coğrafyayı keşfetmeden önce sahili ziyaret etmeliydi. İlçenin doğu kıyılarındaki “Bada ve Deliklitaş plajlarında deniz keyfi mi yapmalıydı acaba?” diye düşünürken midemden gelen sesler beni meşhur Görele pidecilerinden birine doğru yönlendirdi. Pidenin burada 85 yıllık bir geçmişi var. Malum Karadeniz veya Görele pidesi Türkiye’nin her yerinde yapılmakta. Ancak benim açlığımdan mı yoksa buradaki ustaların maharetinden midir bilinmez hayatımın en güzel pidesini yediğimi rahatlıkla söylüyorum. Belki de bunda en büyük etken, pide yapımında kullanılan yöreye ait köy peyniri ve tereyağı.
İlçe merkezinde sokakta yan yana sıralanmış 3-5 tane dondurmacı var ki bunlardan bahsetmeden geçemeyeciğim. Konu dondurmanın lezzeti değil, konu burada yaşanan bir paylaşım. Canınız ufak bardaklarda satılan yöreye özgü bu dondurmayı çekti diyelim. Gidip alıyorsunuz ve üstüne bir de iyilik yapmak istiyorsanız, dondurmacıya şunu diyorsunuz. “şu kadar YTL lik de sebil lütfen”. Bundan sonra şenlik başlıyor, dondurmacı çanlara vurarak verdiğiniz para kadar dondurmayı yoldan geçenlere “Dondurma Sebil, gel vatandaş” şeklinde dağıtıyor. Özellikle çocukları ya da ihtiyacı olanları sevindirmenin çok kibar bir yolu kanımca.
Yukarılara doğru tırmandıkça (yaklaşık 600 m) gözünüzün gördüğü yeşilliğin çoğunu bodur fındık ağaçları kaplamaya başlıyor. Karadeniz ikliminin tüm özellikleri burada görülüyor, dolayısı ile bol yağış ve toprak yapısı fındık için ideal bir ekolojik yapı oluşturmuş. Hemen hemen ilçedeki herkesin hayatında fındık önemli bir role sahip. Fındık toplama zamanı burada bir milat her sene. Sohbetler arasında hep “fındıktan önce halledelim” ya da “fındık sonrası kısmetse İstanbul’a uğrayacağım” benzeri ifadelele karşılaştım. Bölgede 5000 yıllık üretim tarihi olan fındığın içeriğindeki yüksek potasyum, magnezyum ve kalsiyum miktarı kemik gelişimi ve kan basıncını düzenlemesindeki önemli rolü ile belki de buradaki uzun ve sağlıklı yaşamın sırrı.
İlçeye bağlı bir çok köy var, bu köylerde de oldukça yoğun bir nüfus barınıyor. Ancak köyün sınırlarını anlayabilmek Anadolu’nun diğer yerlerindeki toplu köylere alışık olanlar için bir hayli güç. Evlerin arası birbirlerinden oldukça uzak. Dolayısı ile bu seyrek yerleşim birbirine yakın köylerin sınırlarını ortadan kaldırmış. Ancak bu köylülerin birbirinden uzak durdukları anlamına gelmiyor. Aksine sürekli iletişim halindeler. Evlerden evlere bağırılarak sohbetler yapılıyor, hatta bazı köylerde ıslıkla oluşturulmuş bir dil kullanılıyor, her şeyi ıslıkla konuşabilir olmuşlar. Köylerde en büyük geçim kaynağı fındık üretimi, bunun yanısıra bereketli topraklara kendileri için ektikleri başta mısır ve diğer sebze ve meyveler köylerin kendi kendine yetebilmelerine olanak sağlıyor. Misafir olduğum köy evlerinde yediğim mısırdan köy değirmenlerinde üretilen un ile yapılan ekmek ve karalahana çorbası maalesef şehir restaurantlarında bulamayacağımız lezzetlerden.
Görele sınırları içerisinde Trabzon’a çok yakın bir konumda bulunan Sis Dağı ve yaylası yörenin en önemli yerel turizm merkezi. Buraya ilk çıktığımda gördüğüm manzara beni geçekten çok etkiledi. Yayladan aşağıya doğru uzanan vadinin karşısında yer alan geleneksel yayla evlerinin hemen çatılarından itibaren başlayan bulutlar buraya neden Sis Dağı denildiğini anlatıyordu adeta. Sis dağı eteklerinde arıcılık oldukça gelişmiş durumda, bölgede yaklaşık 3000 civarında kovan oldugu söyleniyor. Gun boyu bulutlarla içli dışlı olmak, gördüğünüz manzaranın sürekli değişmesi bu yaylayı sıradışı yapıyor. Eskiden bölge halkı yaylaya hayvan otlatmak için göç ederken, günümüzde yolların yapılması ile temiz hava almak ve yayla şenliklerine katılmak için gelenlerin sayısı oldukça artmış. Yaylada en güzel geleneksel kıyafetlerini giymiş yöre halkını görmek mümkün. Burada iyi giyinmek adetten sayılıyor, gün boyu yaylada dolaşıp, sohbetler etmek, yemek içmek benim gibi yıl boyu şehrin karmaşası ile mücadele edenlere bir terapi niteleğinde.
Karadeniz insanı için kemençe ve horon hayatlarında çok önemli bir yer tutuyor. Görele kemençesi yürek biçimindeki kıvrımı, kısa sapı, dar ve uzun gövdesiyle kendini belli ediyor. Genelde ardıç, erik, dut ve kiraz ağacından yapılıyor, kapağı da ladin ağacından. İlçede bulunduğum süre içerisinde, 3 gün boyunca süren Görele Horon ve Kemençe festivalini izleme fırsatı buldum. Yerel kemençe ustalarının eşliğinde festivali izlemeye gelen binlerce insan horon oynadı. Köylerden birinde rastladığım bir açık hava düğününde de gelin damat evlenir evlenmez yeni çift gelinlik ve damatlığı ile horon oynamaya başladı davetliler ile birlikte. Bizim gibi nikah-pasta sonrası ilk dansa alışık bünyelere değişik geliyor elbette ama şahsen klasik dans edenlere göre daha keyifli gibi gözüküyorlardı.
Görele’deki yolculuğumun sonuna yaklaştığımda deniz, kum, güneş ve eğlenceden uzakta olmanın ötesinde “zaman olsa da burayı daha da yakından tanıyabilseydim” burukluğu vardı içimde. Sislerin altındaki yayla çimenine uzanıp uzaktan gelen kemençe tınılarına karışan keçi sürüsünün çıngıraklarını bir kaç saat daha dinlemek fena mı olurdu? Küçük arkadaşım Aytaç’ın anlattığı masalsı tarihte kaymakamın söylediği laf kulağımda çınlıyordu dönüş yolunda “sen buraları bir Gör-hele, bayılırsın”.
cok güzel anlatmışsın üzerine tek bir kelime yazmanın anlamı yok . teşekkürler ellerine sağlık